نامه ای ادبی در تعریف ایران و تمجید از جناب آقای حمزه روزافزون دوست و دانشجوی گرامی بنده توسط جهانگردی از ترکیه
Tebrizli Şehriyar:
DÜNYA YALAN DÜNYADI
SÜLEYMANDAN NUHDAN KALAN DÜNYADI
OĞUL VERİP DERDE SALAN DÜNYADI
HER KİMSEYE HER NE VERİP ALIPDI
EFLATUNDAN BİR GURU AD GALIPTI
Erzurum’dan ilçemizdeki ‘sıla-ı rahim’ etkinliği bittikten sonra İran’a gitmek için Özdemir Tesisleri’ne erkenden giderek İran otobüslerinde hostes koltuğunda bir yer buldum. İran’a gidiyordum. Şehriyar’ın şehri, Şems’in şehri Tebriz’e. Ağrı, Doğu Beyazıt derken Gürbulak Sınır Kapısı… Gümrükte otobüsü beklerken yüksek sesle konuşan biri dikkatimi çekti. Yanına gittim tanıştık, sonradan elli sekiz yaşında olduğunu öğrendiğim. Hamza sıcakkanlı, rahat bir insandı. Tebriz’e gideceğimi söyledim “Ben de” dedi. Otobüsün işlemleri uzun sürüyordu. Hamza ile bir taksi tutarak Tebriz’e gidebileceğimizi konuştuk. Hemen Hamza pazarlık yaparak Ali adındaki taksiciyle birlikte Tebriz’e yola çıktık. Sınıra üç yüz elli km olduğu, akşama ancak Tebriz’de olabileceğimizi söyledi taksicimiz Ali abi. Ali abi güngörmüş biriydi. İran’da yol aldığımız arazi Türkiye’mizin devamı gibiydi. Yolda bir lokantada şiş, pilav ve ayran içtikten sonra yola devam ettik, nihayet Tebriz’deydik. Tebriz’de ve yolda karşılaştığımız herkesin konuştukları dili çok rahat anlıyordum. Türkiye’nin dışında olduğumu unutuyordum. Nihayet güzel Tebriz… Ben “Otel arayalım” diyordum, Hamza bey “Ben seni otelde yatırmam benim evimde yatarsın” diyordu. Evinde iki gün misafir etmişti. Tebriz güzel bir şehirdi. Şairler müzesini gezerken “Bu kadar fazla şairi olan başka bir şehir var mı?” Diye düşünüyordum. İnsanlar Türkiye’den geldiğimi duyunca yüzlerinde tatlı bir tebessüm beliriyor, çok sıcak ve samimi bir ilgi gösteriyor, konuşmak istiyorlar, tv dizilerini seyrettiklerini söylüyorlardı. Bu durum karşısında şaşkınlık ve gurur karışımı bir duygu yaşıyordum
Tebriz’in yakınlarında, ülkemizdeki peribacalarına benzer yapıların bulunduğu bir köye gittik. Peri bacalarında yaşayan insanların konuştukları Türkçe bizim konuştuğumuz Türkçeye daha yakındı. İran’ın çeşitli şehirlerinden gelen insanlarla karşılaşıyordum. Burada Monferit Bey ve eşi ile karşılaşmıştık. Öğretmen olan bu insanlar bize yemek ikram ediyor, yemekte sohbet ediyor, bir yandan da Şehriyar’dan ve onun şiirlerinden bahsediyorduk. Duygulanıyordum, düşünüyordum. Acaba Tebriz’den gelen biriyle Kocaeli’de karşılaşsaydım, aynı sıcaklığı gösterir miydim? Onunla lokmamı paylaşır mıydım? Sohbet İran’daki şehirlere gelince, Monferid “İsfahan’ı mutlaka görmelisin.” Demişti.
İsfahan’a gitmek için Hamza ile şehirlerarası otobüs garajına geldik, hareket etmek üzere olan bir otobüse bilet aldık. Hamza bir gence “bu benim dostumdur, Türkiye’den geldi yardımcı ol” dedi. Yolculuk başlamadan, İsfahan otobüsü olmadığını, Kum kenti otobüsü olduğunu öğrendim, adını hep duyduğum mollalar şehrini görmüş olurum diye düşündüm. Kum kentine gelince genç bana “Burada ineceğiz ben eşimi ve eşyalarımı eve bırakıp geleyim, beni burada bekle.” dedi. Kum kenti muhteşem görünüşlü camiler şehriydi. Bizlerin pek bilmediği tarihi bilgileri ve anlayışları olduğu muhakkaktı. Genç arkadaşım biraz sonra geldi. Çok sıcak bir insandı, konuşup tanıştık. Meğer bizim resimlerde gördüğümüz siyah sarıklı mollalardanmış. Rahat hareket etmek için molla kıyafetini giymediğini söyleyerek kitap yazdığını, seyitlerin siyah sarıklı, şeyh olanların beyaz sarıklı, kendisinin de seyit olduğunu söyledikten sonra, karnımızı doyurmak için bir büfeye yöneldik. Aldığımız yiyeceklerin parasını vermek istiyordum asla diyordu. Önce yakınımızda olan büyük camiyi, onların bildiği, benim hiç bilmediğim, onlarca molla kabristan mermerleri üzerinden geçerek camiye girmiştik. İki rekât namaz kıldıktan sonra dışarı çıkıyor, bir taksiye binerek on beş dakikalık mesafedeki başka bir heybetli camiye gidiyorduk. Yine benim hiç bilmediğim birçok şey anlatıyordu. Buralarda mollalar eğitim görüyorlarmış. Şehri taksiyle turlamıştık. İsfahan’a gitmek için şehirlerarası taksi durağına gittik, taksi parasını bütün ısrarlarıma rağmen ödememe izin vermedi. İsfahan’a giden taksi sürücüleriyle pazarlık ediyordu benim için. Taksi iki yolcu daha aldıktan sonra, hareket etmiştik. Sabah saatleri olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Tebriz’in havası gibi değildi. Zaman ilerledikçe sıcaklık etkisini artırıyordu. İki buçuk saat sonra, öğle saatlerinde İsfahan’a vardık. İsfahan’ın İran’ın merkezi olduğunu söylüyordu şoförümüz. İsfahan büyük bir şehirdi. Düz bir arazi üzerine kurulmuştu. İran şahlarına senelerce başkentlik yapmıştı. Türkçe konuşan insan çok azdı. Bir taksi şoförüyle konuşarak, şehrin görülmesi gereken yerlerine götürmesini istedim.
İran ve şahlarla ilgili bir şey bilmediğimi utanarak fark ettim. Şahların Türkçe konuştuğunu, Osmanlı tarihinde önemli yerleri olduğunu, küçümsenemeyecek kadar ihtişamlı eserler bıraktıklarını gördüm. Çöl ortasında bir vaha gibiydi İsfahan. Gece çok hareketliydi, insanlar dışarıda piknik yapıyordu, geziyordu.
Yukarıda çok kısa anlatmaya çalıştığım İran’dan manzaralar.
İran denilince bende ve tabi Türkiye’de yaşayan insanlardaki imaj neydi? Bu imajın oluşmasına kim sebep olmuştu? İran’da yaşayan insanların bize gösterdikleri ilginin sebebi neydi? Türkiye’mize sadece İran’da yaşayan insanlar değil, diğer komşu ülkelerde yaşayan insanlar da aynı hayranlık ve gıpta ile baktıklarına daha önceki gezilerimde de şahit olmuştum. Güzel vatanımıza gelen komşu ülke insanlarına bizler nasıl davranıyoruz? Yoksa bu davranışlarımızı gözden geçirmeli miyiz? Tebrizli Hamza’yı unutmayacağım…